Karavan ile Viyana'ya dönüş yolundayız
Özel Antalya Koleji'nde öğrenci değişimi programı ile Almanya'nın Osnabrück kentinden gelen öğrenciler ile kolej öğrencilerinin projelerinden biri olan "Antalya ve Alanya'da Yaşayan Almanlar" konulu tartışma ve forum programından sonra başarılı bir proje sunumu yapan Detlef, harabelerin neden ve nasıl korunması gerektiğine de değindi.
Sonrasında röportaj yapmak ve alternatif turizm ile alakalı tartışmak isteyen öğrenciler ile proje aracımız ve karavanımızın yanında buluşarak eğitim içerikli etkinliğe devam ettik. Bizi güler yüzü ile karşılayan eğitmenlere ve projemizin içeriğindeki tartışma konularına ilgi gösteren öğrencilere teşekkür ederek Antalya'dan ayrılıyoruz. Bir sonraki durak İzmir Güzelbahçe kamp alanı olacak ve hafta sonunu burada geçireceğiz.
Pazartesi sabah erkenden hazırlıklarımızı yaparak bir sonraki durak yeri için yola çıkıyoruz. Uzun bir yolculuğa çıkmanın verdiği hüzün ve heyecanla yol alırken, yaklaşık iki ay önce geliş yolunda zeytin agaçları altında konakladığımız Küçükkuyu Oba Camping'i selamlayarak Lapseki'ye ulaşıyoruz.
Çanakkale Boğazını feribot ile geçerken martılar da bize eşlik ediyor. Martıların feribottan atılan gevrek parçalarını havada yakalamalarına kilitlenmiş izleyici kitlesi başka birşeyle ilgilenmiyor. Ege Denizi ile Marmara Denizini birbirine bağlayan boğazda köprü olmadığından ulaşım feribotlar ile sağlanıyor. Her iki yakasında önemli antik kentlerin bulunduğu Çanakkale Boğazı'nın tarihte geçen isimleri Dardanelya yani Dardanos'un Geçiti ve Hellespontus yani Helle'nin Denizi'dir.
Lapseki'de bindiğimiz feribot bizi Gelibolu'ya getiriyor, bir süre sonra Ipsala Kapıkule sınırına ulaşıyoruz. Yunanistan'a giriş yaptıktan yaklaşık 30 km sonra bu akşam konaklayacağımız kamp alanına ulaşıyoruz. Aleksandropolis (Dedeağaç) kamp alanına ilk defa geliyoruz fakat kasabaya önceki gelişlerimizde burada bir camping olduğunu öğrenmiştik. Oldukça geniş bir alana sahip olan bu kamp yerinde bizi karşılayan resepsiyon görevlisinin güleryüzü, Ege denizi kıyısındaki konumu ve kokuların birbirine karıştığı çiçek ve ağaçlarla donatılmış bahçenin düzeni bizi hayran bıraktı.
Sağanak yağışlı bir gecenin bulutlu sabahına uyanıyoruz. Feribot ile İtalya üzerinden Almanya'ya ulaşmayı planlayan komşu aile ile yapılan kısa bir sohbetin ardından yine yola çıkmak üzere hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Toplam uzunluğu yaklaşık 1120 km olan Via Egnatia yolunda aracımız ve karavanımız ile yol almaya devam ediyoruz.
Strabon'un tanımına göre; "Via Egnatia Apollonia'dan Doğu'ya doğru uzanır. Millerle ölçülmüş, İpsala'ya ve Arda ırmağına kadar sınır taşlarıyla donatılmıştır. Toplam uzunluğu 535 mildir."
Arnavutluk kıyılarından başlayıp İstanbul'a kadar uzanan Via Egnatia yolu, MÖ 2. yüzyılda antik Roma İmparatorluğu tarafından inşa edilmiş ve sonraları farklı medeniyetler tarafından kullanılmış doğu ile batıyı birleştiren bir rotadır. Arnavutluk'un Dyrrachium (Dıraç) kentinden başlayarak İstanbul'a kadar uzanan bu yol Arnavut, Slav, Bulgar, Roman, Yahudi, Pontus, Türk, Pomak gibi pek çok halkın da yolu olduğundan gerek kültür gerek ticari anlamda çok değerlidir.
İpsala'dan Yunanistan'a girdikten sonra Selanik'e ulaşana dek üç istasyonda kullandığımız otoban için ödeme yapıyoruz. Araç ve karavan için her birine 6,- Euro (Avro) ödüyoruz, yani Yunanistanda geçtiğimiz güzergah için ödediğimiz bedelin toplamı 18,- Euro (Avro).
Via Egnatia rotası boyunca bize eşlik eden manzarayı seyretmek seyahatimizi renklendiriyor. Yer yer asma bahçeleri yer yer zeytin ağaçları bize gülümsüyor. Bazen şirin bir köy karşımıza çıkıyor bazen de Ege Denizi bize göz kırpıyor. Bunlara bir de Akdeniz'e özgü bir çalı türü olan Katırtırnağı'nın oldukça yoğun sarı çiçekleri eklenince araç ile seyahat etmenin farkını bir kez daha anlıyoruz.
Yunanistan'ı geride bırakıp yine alışılagelmiş sınır kontrollerinin ardından Makedonya'ya giriş yapıyoruz. Makedonya'da otoyol boyunca bizi karşılayan manzara da Yunanistan'dan biraz farklı olsa da seyretmeye doyamadığımız güzellikte bir resim gibi duruyor karşımızda.
Makedonya'da yer yer bize eşlik eden Vardar nehri boyunca ilerliyoruz ve öğleden sonra Stobi antik kentine ulaşıyoruz. Stobi Antik Kenti kazı ekibinden Arkelog Goce Pavlovski'nin candan karşılamasından hemen sonra birlikte antik kenti gezmeye başlıyoruz. Oldukça kapsamlı bir tur yapıyoruz Stobi kazı alanında ve henüz gün ışğına çıkmamış bilgiler ediniyoruz.
Konuşacak ve paylaşacak daha çok şey olduğuna inanıyoruz ve bizimle aynı düşünceleri paylaşan Goce'nin geceyi burada geçirmemiz için yaptığı daveti tabiki geri çevirmiyoruz. Stobi antik kentine komşu bir alanda kazı ekibi için ayrılan bölgeye karavanımızı çekiyoruz. Akşam yemeğinde yapılan eğlenceli sohbetten sonra yorgun olduğumuzdan dolayı yatmaya gidiyoruz.
Ertesi sabah kazı ekibine eşlik eden koruma ekibi de bizi karşılıyor ve bu defa mozaik ve fresklerin nasıl korunduğunu öğreniyoruz. Antik kentte yer alan mozaikler ve freskler öylesine güzel ki bakmaya doyamıyoruz. Türkiye'deki benzer sorunlar ile karşı karşıya kalan arkeologlar her ne kadar yeterli fon bulamasalar da büyük bir aşkla ve heyecanla Makedonya'nın kalbinde yer alan Stobi antik kentinde çalışmaya devam ediyorlar.
Makedonya topraklarını geride bırakma vakti geldiğinden dolayı biz, yeni edindiğimiz arkadaşlarımız ile her zaman görüşeceğimizden emin olarak Stobi Antik Kenti'nden ayrılıp yolumuza devam ediyoruz. Defalarca geçtiğimiz fakat hiç zaman ayıramadığımız Belgrad'tan yine transit geçerek Sırbistan'ın Feketic kasabasındaki kamp yerine ulaşıyoruz. Kamp yerleri kılavuzundan otobana çok yakın konumu nedeniyle seçtiğimiz kamp alanı her ne kadar çok geniş olmasa da Detlef karavanı park etmeyi başarıyor.
Kiraz ağaçları arasında sakin bir gece geçiriyoruz ve şahane bir sabaha uyanıyoruz. Kamp alanının sevimli köpeği malesef dün geceden beri bağlı ve klübesinden başka bir yere gidemiyor. Öylesine neşe dolu bir köpek ki ona veda etmeden kamp yerinden ayrılmıyoruz. Keşke muhtemelen Retriever ve yerel çoban kırması bu sevimli köpeği de yanımıza alabilseydik.