Karavan ile Kamp Özgürlüğü
Hızla gelişen bu teknoloji çağında bir yandan insanoğlu doğayı katlediyor öte yandan doğa insanoğlunu kendine hayran bırakmaya devam ediyor. Kimileri, doğanın nimetlerini ve güzelliklerini yeni keşfediyor çünkü şimdilerde doğa insanoğlu için özgürlük anlamına geliyor.
Hele ki büyük şehirde yaşamak yada çalışmak zorunda kalanlar için özgürlüğün anlamı doğa ile birebir örtüşüyor. Temiz havada hareket, farklı coğrafyaları keşfetmek ve farklı kültürleri tanımak bize tükenmeyen bir enerji veriyor. Biz de bu enerjimizi gezip gördüklerimizi ve tecrübelerimizi okuyucularımıza aktarmak için gayret gösteriyoruz.
Fendt-Caravan sponsorluğunda İzmir Goethe Enstitüsü desteğiyle yapacağımız yolculuğa, sponsor firmamızın üç sene boyunca kullanımımıza sunduğu karavanı teslim etmesiyle başlamış olduk. Merkezi ve üretim alanı Bavyera’nın Memmingen kasabasında bulunan Fendt-Caravan yalnızca Almanya’nın değil, Avrupa’nın da en iyi karavanlarını üreten bir firma olduğundan, projemiz sponsorluğunu kabul ettiklerinden dolayı memnun olduk.
Lech nehri kenarındaki Rain kasabasında bahçe ekipmanları satan Dehner Gartencenter girişinde son model karavanlarını sergileyen firmanın fuar tanıtım ekibinden karavanı teslim alma törenimiz çok eğlenceli geçti. Üçüncü denemede anahtarı bir daha bırakmamaya karar verdim ve projemizde kullanacağımız Fendt Saphir Scand model karavan anahtarını teslim aldım.
Törenden sonra Kitzingen’e döndük ve sabah yapacağımız yolculuk için aracımızın arkasında taşıyacağımız mini evimizi döşemeye koyulduk. İnanılmaz detayların yer aldığı bu yeni ve mini evimize hayran kaldım.
Almanya'dan sonra ilk durak Viyana
Sabah Brita ile vedalaştıktan sonra Keltlerin yerleşim merkezi olarak kurulan Viyana’ya doğru yola çıktık. Yeni mini evimiz ile vardığımız kamp alanı Viyana’nın batısında kalıyor. İlk gün için hiç de fena değildik çünkü öncelikle artık sadece araç ile seyahat etmiyoruz, arkada çektiğimiz bir karavan var ve ebatına alışmak gerekiyor. Neyse ki Detlef karavan ile seyahat ve kamp konusunda tecrübeli bir sürücü, bu sayede zorluk çekmiyoruz. Fakat benim için öyle yeni ki, karavanın ebatına alışamadığımdan dar alanlarda Detlef’e yardımcı olmakta zorluk çekiyorum.
West Wien Camping’te iki gece geçirdikten sonra yine yola çıkmaya hazırdık. Gün içerisinde Budapeşte üzerinden Belgrad’a vardık fakat navigasyon haritasında son güncellemeler yüklü olmadığından dolayı buradaki kamp alanına ulaşamadık. Otobanda ilerlerken Detlef bir motel tabelasında çadır sembolü gördüğünü söyleyince burada konaklamaya karar verdik. Yüksek ağaçlar altındaki motele vardığımızda önce kimsenin olmadığını düşündük çünkü Hitchcock filmlerini andıran terkedilmiş bir yapı manzarasına onlarca karganın gürültüsü eşlik ediyordu. Motelin önünde gördüğümüz Hollanda plakalı motorlu karavan içimize umut kıvılcımları serpti çünkü hava kararmıştı, yorulmuştuk, acıkmıştık ve geceyi geçirecek güvenli bir kamp alanına ihtiyacımız vardı.
Motel sahibi olduğunu düşündüğümüz çift bize istediğimiz yere karavanı çekip konaklayabileceğimizi söyledi, yani aslında Sırpça bilmediğimiz için biz hareketlerden öyle algıladık. Elektrik ve su gerekiyordu. Detlef’in sempatikliği ve uluslararası konuşma çabaları ile karavana elektrik de çekebildik fakat motelde su yoktu ama sorun değil, Viyana’da marketten aldığımız sular ile ihtiyacımızı karşıladık. Şimdi biraz çalışalım.
Belgrad'ta Motel-Camping Geceleme Maceramız
Seyahatimiz boyunca çok önemli olacak bir ayrıntıya değinmek istiyorum: Internet bağlantısı!
Sırbistan’da otoban kenarında neredeyse terkedilmiş, suyu bile olmayan bir motel kamping alanındayız, tabiki internet olması ihtimal dışında (buna rağmen emin olmak için internet bağlantısı olup olmadığını soruyorum) ve biz internet üzerinden günlük çalışmaşlarımızı yapmak istiyoruz. İşte burada devreye giren uydu anten sponsorumuz IPcopter firmasına gönülden teşekkür etmek istiyorum. Karavanın üzerine montaj edilen uydu anteni ile herhangi bir yerden uyduya bağlanarak internete erişim sağlayabiliyoruz.
Akşam yemeğizi yedikten sonra yaptığımız bir iki saat çalışma enerjimizi tamamen tüketiyor ve sabaha zinde başlamak için kendimizi yatağa atıyoruz. Ağaçlara yuva yapmış onlarca karganın bizimle aynı şeyi düşünüp uykuya çekilmiş olmalarına inanılmaz seviniyorum çünkü yaptıkları gürültüyü tarif edemem.
Zinde bir sabahı kahvaltı ile tamamladıktan sonra hazırlıklarımızı yapıyor, konaklama ücreti almak istemeyen motel sahibine kullandığımız elektrikten dolayı 10,- Euro bırakıp seyahatimize devam ediyoruz. Bugün Sırbistan’ı geride bırakıp Makedonya topraklarını katedip Yunanistan’da Kavala’ya dek yol almayı hedefliyoruz.
Makedonya'da Stobi Antik Kenti ve Kazı Alanı
Güzel bir bahar havasında - hatta yer yer yaz sıcağı – Makedonya topraklarında öğle yemeği için mola vermeyi düşünürken daha önceki geçişimizde gördüğümüz tabela yine gözümüze ilişiyor. Hemen yol kenarında bir kazı alanı ve antik kent tabelası görmüştük, o zaman duramamıştık ve daha sonra bu alanın adını unutmuştuk ve araştırma yapamamıştık.
İşte o tabela! Stobi Antik Kenti
Aracımızı antik kent girişine park ettikten sonra hafif bir şeyler atıştırıyor, daha sonra da kameraları alıp bilet gişesine yöneliyoruz. Gişedeki bayandan yakında kazı çalışmalarının tekrar başlayacağını öğrendikten sonra bir sonraki geçişimizde bize rehber sağlaması konusunda da söz alıyoruz. Geç Helenistik, erken ve geç Roma izlerini taşıyan kentte demir çağından kalma buluntular da çıkarılmış.
Via Egnatia ve Via Militaris yollarının kesişme noktasında kalan Stobi, Makedonya’nın kalbinde Ege ve Balkan dünyasının bir araya geldiği noktada antik dünyanın kültürel gelişimine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Vardar ve Cyna nehirlerinin bir araya geldikleri bölgede yer alan antik kentte sadece tiyatroyu ziyaret etme fırsatı buluyoruz. Şu ana kadar gün yüzüne çıkarılan tiyatro kalıntılarının bile oldukça etkileyici olduğunu söylemeliyim.
Yolumuza devam etmek zorunda olduğumuzdan dolayı kentin diğer kalıntılarını şimdi gezemiyoruz ve Mayıs sonunda tekrar görüşmek üzere görevlilerle vedalaşıyoruz.
Yunanistan ve Türkiye Sınırı
Stobi'den ayrıldıktan yaklaşık 200km sonra Yunanistan'a giriş yapıyor ve yine yaklaşık 200km sonra Selanik’i geride bırakarak bu gece konaklayacağımız kasaba Kavala'ya varıyoruz. Kavala'da bulunan tek kamp alanı, şehir merkezin güney batısında Ege sahilinde yer alıyor. Büyük karavan ile girişte ve dar kamp alanında hareket etmekte biraz sıkıntı çekiyoruz. Kamp alanı henüz sezona başlamamış ve hala bir takım tadilatlar devam ediyor, ayrıca resepsiyonda da kimse yok fakat buna rağmen elektrik ve su bulduğumuz alana park ediyoruz. Her ne kadar kamp sezona hazır değilse de duş, tuvalet ve bulaşık yıkama alanlarında sıcak su mevcut olduğundan hemen bulaşıklarımızı yıkıyor ve sıcak bir duş alıp tazeleniyoruz. Akşam yemeğinden sonra IPcopter Uydu Antenleri sponsorumuzun bize sunduğu antenden faydalanarak yine internete bağlanıyoruz.
Ertesi sabah resepsiyonda bulduğumuz kamp alanı yetkilisine ödememizi yaparak Kavala kamp alanından ayrılıyoruz.
Her defasında Yunanistan çıkışı ve Ipsala Türkiye girişi bana çok enteresan geliyor ve içimi bir hüzün sarıyor. Önce Yunanistan gümrük çıkışı, sonra iki ülkeyi ayıran ve her iki tarafta üniformaları ve milliyetleri farklı fakat paylaşımları aynı askerlerin beklediği sınır köprüsü, daha sonra Türkiye gümrük kapısı ve “Hoşgeldiniz Detlef Bey” diyen gümrük memuru.
Çanakkale ve İzmir Oba Kamp Alanları
Giriş işlemlerini yaptırdıktan sonra Çanakkale Boğazı’nı feribot ile aşarak Küçükkuyu’ya dek geliyoruz. Burada bir saat önce internetten ulaştığım ve telefon ile teyit ettiğim bir kamp alanına varıyoruz. Henüz sezonu açmamış olan Oba Kamping bizi seve seve kabul ediyor ve hemen çay ikramında bulunuyor. Uzun yolculuktan sonra içimize ısıtan sıcak çay mı yoksa Oba Kamping’in samimi karşılaması mı emin olamıyoruz. Kaz dağlarının eteğinde Küçükkuyu sahil şeridinde yer alan Oba Kamping, zeytin ağaçlarının arasında alternatif bir tatil imkanı sunuyor ziyaretçilerine. Doğaya ve tarihi keşfetmeye daha fazla zaman ayırmak isteyenler için böylesine mükemmel bir coğrafyada kamp yapmanın farklı bir yaşam biçimi olduğunu anlıyorum. Mini evimizin kocaman bahçesindeki büyülü ağaçlar arasında rahat bir uyku çekiyoruz bu gece.
Ertesi sabah acele etmemize gerek olmadığından öğleden sonraya kadar kamp alanında kalıyoruz. Cuma günü İzmir Goethe Enstitüsü’nün 60. Yıl kutlamasında yapacağımız sunuma hazırlanmamız gerekiyor. İş yaşamının kısıtlamalarından bağımsız olsak da bu çalışmayacağımız anlamına gelmiyor.
Böylesine güzel bir bahar günü zeytin ağaçlarımızın gölgesinde öğle yemeğimizi de yedikten sonra İzmir’e doğru yola çıkıyoruz. Akşam vakti İzmir’de konaklayacağımız Oba Dinlenme Tesisleri’nin kamp alanına varıyoruz. Sürdüğümüz bu göçebe hayatın en önemli uzantısı olan kamp yaşamıyla “Oba” ismi birebir bağdaşıyor zaten. İzmir’in Güzelbahçe ilçesinde sahil şeridinde yer alan ve oldukça eski olan bu işletme içerisinde su parkı, otel ve market de mevcut. Karavanımız ile uygun bir yerde konakladıktan sonra karşı karavandaki komşumuz Duygu yardımımıza koşuyor ve bize kamp alanındaki ihyiyaçlarımız ile alakalı bilgi veriyor.
Henüz son durağımız değil fakat yolculuğumuzun önemli bir durağına erişmek oldukça keyif verici. Bundan sonraki seyahatlerimiz inanıyorum ki maceralı geçecek ve en keyifli maceralarımızı paylaşmaya devam edeceğiz.
Karavanımız ile yollardayız, kültürler arası köprüler kuruyoruz.